DURUM ANALİZİ
Demokrasinin nimetlerinin farkına vardığımızda, çok geç olabilmektedir. Günümüzde eli kalem tutan, dili kelama çalanlar her dem demokrasiden bahsetmektedir.
Demokrasi şeffaflık, hesap verebilirlik, toplumsal kalite, sürdürülebilirlik üzerine bina edilir ise anlam kazanabilir. Gelinen noktada yasama, yürütme, yargının yani kuvvetler ayrılığının iç içe geçtiği, varlıklı olanının daha zenginleştiği, yoksulun daha fakirleştiği bir sürecin sevk ve idaresi ile karşı karşıyayız. Servetin kontrolsüz el değiştirdiği bu değişimin denetiminin yapılmadığı, adeta nasıl olursa olsun dendiği kaotik bir süreç. Yapanın yaptığının yanına kaldığı bir dönem, bu durumun sürdürülebilirliği mümkün görülmüyor…
Sürecin hakimi otorite, varlığını korumak ve otoritenin sürdürülebilirliği için baskı uygulamayı arttıracaktır. Bunun için makam, para, kamu gücü kullanımı ile devşirilmiş kişiler öne çıkarılacaktır. Bu durum Hindistan’da İngilizlerce uygulanmıştır. Biat var olsun!
Biatın varoluş süreci inanç ve ahlaki değerler üzerinden ayrıca kurgulanır. Siyaset kurumu yapılan yanlışları düzeltmek yerine değerler üzerine siyaset yapar hale gelir. Bu durum toplumun ahlaki yapısının ve değerler manzumesinin ortadan kaldırılması ile sonuçlanacaktır. Halk önce kamplara bölünür, güce tapar hale gelen devşirilmiş elitler daha çok yandaş arar hale gelir. Otoritenin sürdürülebilmesi için ruhları köleleşmiş kitlelere ihtiyaç duyulur. Sömürge ülkeleri incelendiğinde insanların ruhları esir alındığı görülmektedir. Akıl devre dışı kalmıştır, anlık duygular ve biat esastır.
Bu anlayışı besleyen entelektüel ukalalık ve lümpen ukalalığının birleşmesi ile yaratılan güçtür. Her iki ayak birbirini besler. Taraflardan birisi güç için aklını ve bilgisini pazarlarken, diğer taraf ferasetini güce devşirmiştir. Lakin ilk olarak kaybeden bu iki kesim olur, çünkü otorite istediğini aldığında ilk olarak bunları unutur. Seslerinin çok çıkmasına rağmen ilk yanlışlarında oyundan atılırlar.
Geçmiş, her şeyi bildiğini düşünen, her şeye sahip olan ve olması gerektiğine inan yönetim anlayışına sahip olanların acı izleri ile yazılmıştır. Kendi anlayışları olmazsa içinden çıktıkları toplumlarının olmayacağına kanaat getiren, hiçbir zaman hata yapmadığına kani olan elitist kesim bu süreçlerin olumsuzluklarını göremez. Olumsuz durumu fark eden anlayış Magna Carta ile hesap verebilir ve paylaşan toplum olma anlayışına evrilmiştir. Gerçek Burjuva, toplumu dönüştürmüştür.
Bu anlayıştan yola çıkan cumhuriyet; seçkinlerin mutlak güç ve kudret sahibi olmadığı, içinden çıktığı halkı daha iyi yarınlara taşımak için sınıflar arası geçirgenliği sağlayan, değerler manzumesini inşa eden, ahlaki değerleri yaşamın merkezine alan bir anlayışla var olmuştur. Aklı merkeze almıştır, ancak gelinen noktada ise güç mutlak güce dönüşmüştür. Hesap vermeyen, hata yaptığını kabul etmeyen entelektüel birikimi güçle devşiren siyaset kurumu Magna Carta öncesi burjuva devleti haline gelinmiştir. Hesap vermek istemeyen, herkesin ve her şeyin onun iradesi altında olması gerektiği anlayışıyla yöneten, tüm erkleri bir kitlede toplamış siyaset kurumunun sürdürülebilirliği mümkün gözükmemektedir. Bunun en somut örneği Mısır’da yaşananlardır.
Bu anlayıştaki siyaset kurumu; toplumu oluşturan sınıfların birbirleri arasındaki geçirgenliği ortadan kaldırır. Toplumsal katmanların birbirini etkilemesine izin vermez ve dönüştürmez. Halbuki günümüz yönetim anlayışı geleceğe yönelik iddiasında, ötekileştirmek yerine topluma bireylerin birbirlerine ihtiyaçları olduğu algısını kazandırarak “BİZ” olabilen sınıfsal yapıyı inşa edebilmelidir. Aksi takdirde toplumsal katmanlardaki biriken enerji kontrol edemez hale gelir. Kaos…
Birbiri için üreten, birbirini ötekileştirmeyen, ihtiyaçlar ölçeğinde paylaşan değerler örselenerek tek düze haline gelirse yönetim sürdürülemez. Hep ben kazanmalıyım anlayışı günümüzde, kazandırarak kazanmak anlayışına dönüşerek varlığını devam ettirebilir.
Nitekim ülkemizde beyaz yakalı-mavi yakalı ayrımı ortadan kalkmış, çalışan kesimin yaklaşık 2/3’ü asgari ücretle çalışır hale gelmiştir. Ev sahibi olması gereken nüfusun büyük bir kısmı kiracı olmuş, mülkiyet var olanın yatırım aracına dönüşmüştür.
Yaşananlar, toplumun her kesimimin güven duygusunu ortadan kaldırmıştır. Herkes kendi düşüncesini mutlak doğru kabul eder hale gelmiş ve kendi adaletini sağlamak istemektedir. Bu durum siyaset kurumunun yaptıklarının lütuf olarak görülmesi anlayışından gelmektedir. Devlete dönüşen burjuva yani burjuva devlet, çalışan kesimin 2/3’ünü de kendine mecbur etmiştir.
Kendisini bu kitleye ait hissetmeyerek 1/3’lük elitist kesim geçmişin sorumluluğunu, yapılanların yanlışlığını kabul etmezler. Sözde sorumluluk sahibi olanlar da halkın samimi duygularını istismar ettiklerini kabul etmeyerek yanlışların görülmemesi için mücadele ederler. Yaşananların siyaset kurumunun hatası olmadığını, geçmişin bugüne yansımasını veya başka gerekçeleri ileri sürerler. Yapılanların sonuçları ile yüzleşmeye cesaretleri yoktur. Her koşulda ve şartta kendilerinin umut olduğuna kendilerini inandırdıkları gibi kitleleri de inandırmak için mücadele ederler.
Hele bir de geçmişin büyük önderlerinin öngörülerine sahip çıkarlar ki, kendi yaşadıkları inkâr travmasının farkına varmazlar.
Tüm yapılanlar, yaşananlar, yeni kavramlar, yeni tanımlamalar, yeni sistematik ve değer yaratma fırsatını ortadan kaldırmadığı gibi süreç toplumsal uzlaşı için fırsat olarak önümüzde durmaktadır. Ben, benim diyenler değil; biz, hepimiz diyenler değer yaratacaktır. Kişisel menfaatleri değil ortak menfaati yaratanlar yeni liderlik tanımını yapacaktır. Sadece kendi bakış açılarını değil, liyakati önceleyenler bilgi ve akıl merkezli, şeffaf, hesap verebilir toplumsal kalite için çalışan, bireyi değil sistem üzerine çaba harcayanlar geleceği şekillendirecektir.
Bunu başarabilmek için hukuk sisteminin mihenk taşı anayasa öne çıkacaktır. Şu sorunun cevabını doğru zeminde aramak gerek; Devlet mi anayasayı korur, anayasa mı devleti korur?
Eğer anayasa devleti korur ise; yurtseverlik öne çıkar, devlet anayasayı korur ise millet öne çıkar. Bu durum müzakere edilebilirliği ortadan kaldırır. Anayasa evvelemirde toplumdaki sınıf, mezhep, etnisite ayrımına yol açmadan birlikte yaşamak için müzakere edilebilirliği düzenlemelidir.
Salt normlar dizini halindeki bir anayasa, kültürel uzlaşıyı sağlayamaz. Bireyin her şeyden önce kendini güvende hissettiği, yapanın yaptığının yanına kalmadığına inandığı düzeni sağlamak için uygulanması amaçlanan normlar, adil yaşam hakkına erişimi kolaylaştırmalıdır.
Bu tespitin hayata geçirilmesi tek başına yetmez. Adalete erişimin sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. Bu da evvelemirde toplumu, zenginliği olan mevcuttaki farklılıkları öne çıkararak kazanacağına inandırmak yerine birleşerek kazanmaya odaklanmasını sağlamakla mümkün olacaktır. Herkesin kendini özgürce ifade edebildiği düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Müzakere edebilirlik ve birleşerek büyümek, kazanmak esaslı iki temel anlayış adaleti hayata geçirmekle mümkün olabilir. “Herkes için adalet” anlayışı ahlaki değerleri önceleyenher yerde adalet anlayışı ile taçlanmalıdır. 17 Mayıs 2022
Av.Arb.Dursun Yassıkaya
Yorumlar
0 yorumlar