Ankara Life Dergisi

Özgün tasarımlarıyla geçmişi geleceğe taşıyor!

 Özgün tasarımlarıyla geçmişi geleceğe taşıyor !                                       

  Sanat olgusunun sürekli dönüşümü devam etse de sanat alandaki tarih boyunca süre gelen birçok üslup ve biçim anlayışı, yapım teknikleri ve de birçok tema her daim geçerliğini korumakta ve günümüzde de halen uygulanmaktadır. Şüphesiz en eski ve önemli sanat dallarından biri de seramik…Ankara Life Dergisi olarak  arkeolog ve seramik sanatçısı, aynı zamanda Lulartceramics markasının kurucusu Hülya Akyol ile seramik sanatı üzerine konuştuk. Keyifli okumalar.

Merhaba Hülya Hanım nasılsınız? Okuyucularımıza kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba iyiyim teşekkür ederim. Samsun’da doğup büyüyüp üniversite eğitimi için Ankara’ya geldim. Ankara Üniversitesi D.T.C.F ve Hacettepe Üniversitesi’nde Arkeoloji Sanat Tarihi bölümlerinde lisans ve lisansüstü eğitimimi tamamladım. Uzun süre İzmir, Çanakkale ve Samsun’da arkeolojik kazılara katıldım.  Bir dönem turizm şirketinde çalıştıktan sonra kızımı kendim büyütmek için çalışma hayatından ve akademik kariyer planlarımdan uzaklaştım. Ancak bu dönemlerde de arkeolojik alanlar, müzeler, sergiler derken sanat ve arkeoloji hep hayatımdaydı. Yeni kazı ve araştırmaları takip ederek yeni yayınları okuyarak lisansüstü eğitimlerin kazandırdığı araştırma ruhuyla hep dinamik tuttum mesleğimi. Çünkü bazı meslekler vardır bir bakarsınız hayatınızın içine sızmıştır siz fark etmeden. Arkeolog olmakta öyle. Alanında çok iyi hocalardan aldığım bilgileri ailem, kızım, yeğenlerim, yakın çevremle de her zaman paylaşırım. Katıldığım sosyal sorumluluk projelerinde de gençlere bilgilerimi aktarmak yetişkinlere de hatırlatmak için çalıştım. Herkesin yaşadığı coğrafyayı, tarihi bilmesi gerektiğine inanırım. Bu yüzden Atatürk’ün çok sevdiğim sözlerinden biri: “Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.”

  Aslında beni tanımlarken genelde kullanılan seramik sanatçısı ünvanıyla da barışık değilim. Müzelerde, kazılarda binlerce yıllık sanat eserleriyle ilgilenince daha farklı bakıyorum bu terimlere. Maalesef sanat eseri ya da sanatçı kelimeleri günümüzde cüretkâr bir biçimde kullanılır oldu. Bana göre zamanın adaletine bırakılması gereken bir ikili sanatçı ve sanat eseri. Çünkü bugün müzelerde hayranlıkla seyrettiğimiz sanat eserlerini yaşadıkları dönemde yapan kişilerin çoğu sanatçı olma kaygısıyla çalışmalar yapmamıştır.

    Seramik sanatı, 8 yıl önce başladı hayatımda var olmaya. Ankara Atatürk kültür merkezinde akademik anlayışla yıllardır seramik dersleri veren hocamla tanışınca doğru yerde olduğumu anladım. Sevgili hocam Hatice Yazıcıoğlu Gürler’e sonsuz teşekkür borçluyum hem bilgilerini aktardığı hem de beni cesaretlendirdiği için. Her ne kadar AKM atölyeleri kapatıldıysa da devinim sergisini de oluşturan arkadaşlarımızla birlikte değerli hocamızın yanında bir yandan öğrenmeye devam ediyorum bir yandan da kişisel çalışmalarımı bağımsız olarak sürdürüyorum.

Okuyucularımıza seramik sanatından bahsedebilir misiniz, nasıl başladınız?

Ana malzemesi kil olan seramik en basit haliyle pişmiş toprak olarak da adlandırılır. Yani pişirmeye başlayan insanlar hem yemeklerini koyacak tabaklara hem de depolayacak kaplara ihtiyaç duyar ve böylece insanın var olmasıyla birlikte ateşin de gücüyle ortaya çıkmıştır seramik. On bin yıl kadar geçmişi olan ve tarihsel sürece tanıklık eden seramik, arkeoloji bilimi için önemli bir buluntu grubudur. Bir parça seramikle bile araştırılan ya da kazılan arkeolojik alana dair ortaya çıkan bilgilerin tarihlendirmeye katkısı çok büyüktür. Hatta Sanat Tarihi kronolojisinde; neolitik dönem, seramik öncesi ve seramik sonrası neolitik dönem olarak adlandırılır. Dolayısıyla seramikle katıldığım kazılardan tanışıyordum ancak binlerce yıl öncesinden insanların çamurla günümüz sanat eserlerini yaratmış olmaları çok ilgimi çekiyordu. Çünkü çamurla bir dertlerini anlatmak, inançlarını duygularını ifade etmek için üretimler yapmışlar hatta yazıyı bile pişmiş toprak tabletlere kazımışlardır.  Bunlar oldukça büyüleyici benim için. hayatın telaşından uzaklaşıp bana terapi gibi gelen hatta kronik baş ve boyun ağrılarımı bile unutturan çamurla dertleşir ben de biraz geçmişten biraz günümüzden bir şeyler anlatabilirim diye başladım seramik sanatına.

Çalışmalarınızda mitolojiden ilham almanız nasıl gelişti?

          Mitolojiden ilham almamak kaçınılmazdı benim için.  Mitoloji her toplum ve her dönem için son derece zengin, renkli, karmaşık, eğlenceli ve bilgilendiriciyken, kim bunları dinlemek istemez ki.

       Her disiplin mitolojiyi ilham almıştır. Resim, heykel, müzik, edebiyat… Hatta tıp literatürüne giren psikolojide kullanılan kavramlar bilim insanlarının da bundan etkilendiğini gösterir. Mitoslar antik çağlarda kimlik arayışındaki insanların sorularına cevap için anlatılmış masallardır. İsmail Gezgin bir kitabında Mitoslar kültürün DNA’sıdır der. Hakikaten çok fazla bilgi barındırırlar içlerinde. Bu nedenle ben de çalışmalarımda mitosla ilgili olduğu düşünülen bir esere mesela bir mühüre yer verip, mitolojinin zaman zaman arkeolojik buluntularla desteklendiğini ifade etmek istiyorum. Tıpkı Hermias & Yunus çalışmamdaki sikke de olduğu gibi.

    Her ne kadar din elden gider kaygısıyla mitolojiye mesafeli durulsa da aslında insanlığın en başından beri inanma ihtiyacı duyarken, kendini tanımaya başlarken tutunduğu daldır mitoloji. Ülkemizde mitoloji, arkeolojide olduğu gibi, sadece belli bir kesimin ilgi alanı dahilinde kalıp toplumun ön yargılarına kurban gitmiştir. Çok tanrılı dinlerin dünya tarihinde var olduğu gerçeği din elden gidiyor kaygısıyla hep göz ardı edilmiştir. Oysa topraklarımızdan Hatti ve Hitit medeniyetlerindeki mitolojik zenginlik inanılmazdır. Israrla her yerde vurgularım, Yunan mitolojisi olarak bilinen çoğu anlatımın Mezopotamya kökenli olduğunu ve Anadolu topraklarında anlatılan hikayeler ya da ritüellerde söylenen ilahiler belki de şarkılar olduğunu. Tüm bu sıkıntılarımı aktarmak için çamur yardımıma koştu. Bu nedenle mitoloji bağlamlı tüm çalışmalarımı sergilerken bilgileriyle kaynaklarla birlikte sunmaya çalışıyor yeniden okuyor ders yazıyor ve paylaşıyorum.

 Arkeoloji ve seramiği bir araya getirme fikri nasıl oluştu?

  Hep dert etmişimdir kendime böylesine zengin bir tarihe ve arkeolojik zenginliğe sahip ülkemizde neden arkeoloji bilimi az bilinir ya da toplumdan bu kadar uzaktadır? Eğitime neden dahil etmekte çekinceli davranılır? Hayatın daha önemli meselelerinde kaybolduğumuzdan mı, gerekliliğine dair önyargıdan mıdır bilinmez ama topluma olan mesafesi maalesef çok uzak kalmıştır. Ülkemizde son yıllarda turizm odaklı da olsa sevindirici gelişmeler Göbeklitepe ile başladı. Özellikle toplum arkeolojisi tezinin sınırlı da olsa uygulanıyor olması beni çok sevindiriyor. Göbeklitepe ile Anadolu arkeolojisine ilgi tüm dünyada arttı. Ben de “Bir Tabak Arkeoloji”nin ilk serisini Göbeklitepe olarak hazırladım. Böylece yaptığım tabaktaki sanat eserinin yansıması evlerimize hatta yemek masalarımıza kadar yakınlaşır, hafıza tazelenir ve kültürel miras farkındalığımız artar. Hatta mesleki sorumluluk projesi olarak görüyorum bunu. Çok sevdiğim iki işi birleştirmek çalışmalarıma da ivme kazandırdı. İstanbul ve Bodrum’da katıldığım karma sergilerdeki ilgi de bu yolculuğumda bana güç verdi. Geçmişi geleceğe taşımak ancak bunu yaparken özgün kalabilmek en büyük idealim.

Yorumlar

0 yorumlar