Ankara Life Dergisi

“Sanayi Politikası Sanayicinin Yolunu Açacaktır!”

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Metalurji Mühendisliği’ni lisans seviyesinde bitiren Rengin Atılgan, eğitimini tamamladıktan hemen sonra erkek egemen sektöründe heyecanla yerini almış. Mesleğin maskülen yapısında; güçlü beşeri ilişkileri ve kadının sektör ayrımı olmaksızın her görevde yer alacağını savunan yapısıyla; kısa sürede sektörde kendini sevdirmiş. Atılgan, “Önceleri benimle tanışmak, beni uzaktan görmek için atölyeye gelip; ‘Gerçekten kadınmış.’ diyen sektör arkadaşlarımın bir süre sonra; yengesi, bacısı oldum. Öyle ki; “Rengin Hanım” yerine “yenge” , “yenge hanım” , ” yengem”, “bacım”, “ablam” demeye başladılar. Ben de hiç yadırgamadım. Hatta bu yeni unvanlarımı çok sevdim. Çünkü böyle diyerek bana hem saygı duydular hem de sevgi gösterdiler.” diyor. Bu sayımızın konuğu olan Rengin Atılgan ile sanayi sektörünü ve iş kadının sorunlarını konuştuk.
Bugün yurt dışında da aranılan bir marka olan firmanızın doğuşundan bahseder misiniz?
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Metalurji Mühendisliği’ni lisans seviyesinde bitirdikten sonra; aynı bölümden mezun o zaman arkadaşım, sonra eşim olan Şükrü Atılgan ile o yıllarda evli mühendis
arayan Kanada’ya gitmek istemiştik. Ama ister kader ister tesadüf deyin, bizim sektörün eski firmalarından birinde çalışan; biri ortağı, diğeri döküm öğretmeni olan iki kişi fikrimizi çelerek bizi bu
kararımızdan vazgeçirdi. Hal böyle olunca da 1990 yılında Sincan Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında bulunan Dökümcüler Sitesi’nde 200 m² alanda dökümhanemizi kurduk.

Genellikle kendi iş yerini kurmak isteyen girişimciler şanssızlık yaşamaktan, başarısız olmaktan korkarlar. Siz böyle bir şansızlıkla karşı karşıya geldiniz mi?

Diyebilirim ki bizim kuruluşumuz şanssızlıklarla başladı! İlk şansızlığımızı ABD’den satın aldığımız ve o yıllarda tek teknolojik makinemiz olan indiksiyon ocağımızın gelmeyişiyle yaşadık. Meğer 1990 yılında çıkan Körfez Savaşı nedeniyle Türkiye, İstanbul Limanı dahil savaş bölgesi ilan edilmiş, ABD’den beklenen gemiler bu sebeple gelemeyince biz de; aylar sonra ve savaş sigortası yapılarak gelmesine izin verilen gemileri bekleyerek dökümhanemizi ancak 1991 yılında resmi olarak açabildik.

Zorlu bir başlangıç… Umarım başka şanssızlık yaşamamışsınızdır?
Maalesef yaşadık! İkinci şansızlığımız; o bölgede daha önce böyle bir teknolojik alet kurulmadığından, bu makineye gerekli olacak elektrik gücünün binalara verilememesi oldu. Dökümcüler sitesi olarak
kurulan bölgede yapılan planlama maalesef hep eski teknolojiye göre yapılmıştı. ‘Ne yapabiliriz?’ diye araştırdığımızda o zaman devlet kurumu olan Türkiye Elektrik Kurumu, bize trafo kurmamızın mecburi olduğunu söyledi. Hal böyle olunca da elimizdeki işletme sermayesi de trafoya harcandı. Bu zorlukları atlatmaya çalışırken, ilk maden akıttıktan bir yıl 4 ay sonra, bize dökümhane kurma fikrini veren,
bu piyasayı iyi bilen, piyasa kredisinin yanı sıra müşteri portföyü de olan ortağımız kalp krizi geçirerek vefat edince üçüncü şansızlıkla karşı karşıya kaldık. Zaten zor başlayan şartlar daha da zorlaştı. Öyle ki, piyasa bizi pek tanımadığı için malzeme satın aldığımız firmalar; ya peşin satmaya çalışıyor ya da epey üzerine fiyat koyarak satmaya çalışıyorlardı. Biz ise ürettiğimiz parçaları piyasaya vadeli
satıyorduk. Tabii bu durum ciddi nakit açığı meydana getiriyordu, bir de işe ihtiyacımız olduğunu bilen, bizi genç, toy gören müşteriler; bazen bilerek ödemiyor bazen de güçlerini bizi peşlerinde koşturarak
gösteriyorlardı, aylık ödeyebilen firmalar ise çok düşük fiyata iş istiyorlardı. Çok ama çok zor şartlardı! Bu arada bir de ölen ortağımızın ailesi hisseleri satmak istemez mi? İşte o zaman “dip” noktanın ne
dolduğunu test etmiş olduk!
Zorlu geçen bir giriş dönemi yaşamışsınız. Bu süreci nasıl aştınız,
nasıl önlemler aldınız?
Elbette hiç kolay olmadı! Şimdi düşünüyorum da genç olmak, heyecanlı olmak, sırt sırta vermek ve mesleğinizi iyi biliyor olmak önemli ayrıcalıklarmış. İnanıyorum ki o ayrıcalıklar bizi o dip şartlardan bu
günlere getirdi. Zamanla müşteriler; yaptığımız işi ve verdiğimiz teknik bilgileri çok beğendiler, genç ve toy olmamıza rağmen bize güvendiler, her zaman o firmaları ve sahiplerini saygı ile hatırlıyorum, yolları hep açık olsun diyorum.

Sektörün erkek ağırlıklı olması nedeniyle meslektaşlarınızın size bakış açıları nasıldı?
Ben sektörde yer alana kadar sanayinin bu maskülen sektöründe hep erkek vardı. Kadınlar sadece; çay, yemek ve temizlik işlerinde yer alıyorlardı. Benimle tanışmak, beni uzaktan görmek için o zaman
etrafı daha açık olan ve bir atölye olan dökümhanemize gelip kapıdan bakarak, “Gerçekten kadınmış.” dediklerini çok duydum. Başlarda benimle nasıl konuşacaklarını bilemediler, aslında ben de bilemedim,
ama zaman içinde; dil renklerine ve konuşma terimlerine uyumlanmaya çalıştım. Teknik olarak yardım istediklerinde hiç sakınmadım. Eşim de ben de hem anlattık hem bizzat giderek uyguladık. O yüzden
seneler içinde ben onların Yengesi, Bacısı oldum. Bana ‘Rengin Hanım’ diyen çok azdır. Genelde “yenge” , “yenge hanım”,” yengem”, “bacım”, “ablam” diye seslenir oldular. Ben de hiç yadırgamadım. Hatta bu yeni unvanlarımı çok sevdim. Çünkü böyle diyerek bana hem saygı duydular hem de sevgi gösterdiler. Sene 2005 yılına geldiğinde, 200 m2’lik tek personeli olan o küçük atölye, 3500 m2’lik 60 personeli
olan bir işletme olmuştu. Ama yerimizde duramıyorduk, daha büyük işler yapmak, daha çok ülkeye ulaşmak istiyorduk. Bizden önce kurulmuş, yabancı müşterisi ve kapasitesi bizden daha büyük bir
firmanın ortakları hisselerini bize satmak isteyince de hemen kabul ettik. İsteğimiz olmuştu, organik büyüyemeyen şirketimiz inorganik büyümüştü. Sanayicinin badiresi bitmez ama kurulduğumuz 1990 yılından beri geçirdiğimiz; 1990 Körfez Savaşı, 1994 5 Nisan Kararları, 1999 Uzak Doğu Krizi, 2001 Anayasa Krizi, 2009 Dünya Mortgage Krizi, 2013 Irak Savaşı, 2020 Pandemi, 2022 Ukrayna- Rusya Savaşı… Aralarda atladığım var mı? Bilemedim. Ama bu kadar krize, savaşa karşı ayakta kalmak cidden kolay değil, üstelik bir sanayi politikası olmayan ülkemizde bunu başarmak inanın hiç kolay değil, o yüzden tüm üreten arkadaşlarımı ve kendimizi ayakta alkışlıyorum. Şimdi 40.000 m2’lik kapalı, 55.000 m2’lik açık alanda 290 kişilik personel kapasitesiyle Ankara’nın, Türkiye’nin döküm sektöründe kalıcı bir yer edinmiş firması haline geldik.
Siz hem iş veren hem de duyarlı kadın profiliniz ile çalışan kadınların sorunları ile yakından ilgileniyorsunuz. Bu bağlamda görüşlerinizi okuyucularımızla paylaşır mısınız?
IMF 2018 yılında bir çalışma yayınlamış, bu çalışmada eğer cinsiyet eşitsizliği ortadan kaldırılırsa bunun GSMH’ye etkisinin %30 olacağı yazılmış. Bu çalışmayı dikkate alan, şirketler cinsiyet eşitsizliğini
azaltmayla hatta yok etmeyle gelirlerin arttığını fark ettiğinde, bunu yönetişim ilkelerinin içine koydular. Zihniyet dönüşümü için eğitim sürecine inip kadın erkek eşitliğinin en alttan işlenmesine başladılar ki bizim de eğitim süreçlerine inip cinsiyet eşitliği konusunu mutlaka işlememiz lazım. Kadın eğer çocuk doğurmuşsa, hem çalışma hayatı hem de çocuklar büyürken artan sorumluluk ve bakım işleri yüzünden vakit ancak yettiğinden hatta yetmediğinden, ne siyasete ne de kurum seçimlerine yakın durabiliyor. Türkiye’de, kayıtlara göre %10 firmada kadın, firmanın ya sahibi ya da ortağı pozisyonunda. Ne kadar düşük değil mi? Banka hesabına sahip kadın durumu ise, %54. Yani kadınların yarısının bir banka hesabı yok. Mesela, kadın çalışanların firmalarda tacize uğramaması için firmanın bir stratejisi var mı diye kimse bakmıyor, ancak bir kadın yönetici varsa bunun gerekliliğini bilip, bu stratejiyi hazırlıyor ya da hazırlatıyor ve uygulatıyor. Sırf bu sebep bile kadın yöneticilere hem firmalarda hem de kurumlarda ne kadar ihtiyaç olduğunu göstermeye yeter.

Bu noktada sormak isterim; kadının sorunlarını en iyi bilenler gene kadınlar olduğu için kadınların mecliste olabilmeleri adına neler yapılmalı, sizce kota emsal teşkil edeceği için yol gösterici olabilir mi?
Aynı yerden mezun olmalarına, aynı işi yapmalarına rağmen, çocuk doğurma işi ve sonrasında bakım işi kadında olduğu için, erkekler kurum ve meclis seçimlerine kadınlardan en az 10 sene önce girmeye başlıyor ve yükselebiliyorlar. O yüzden bunu söylediğimde hemcinslerimden uyarı alıyorum ama ben gene de söylemeye devam edeceğim. Bu sene farklarını kapatmak, erkeklerin kadınlarla
birlikte çalışmaya alışmaları için mutlaka “Kota” gelmelidir. Erklerden oluşan siyasi güç, bunu paylaşmayı pek istemiyor. Kadınlar neden yönetimlerde yok dediğimizde, “Biz de kadınlar gelsin istiyoruz,
kadınlar da istesin, çalışsın erkeklerle eşit şartlarda seçime girsinler, biz istemez miyiz onları seçmek ama kadınlar çalışmıyor, onlar istemiyor.” diyorlar. Halbuki durum gerçekte böyle değil, kadın yukarıda da söylediğim gibi diyelim ki iki çocuk doğurdu, onları yetiştirip çalışma hayatına koşsa en az beş-altı yıl geri kalır, hadi canını dişine taktı bu arayı kapattı yakaladı desek yakalama süreciyle en az on yıl kaybeder, hadi niyet etse siyasete ya da kurumların seçimlerine girmeye kalksa önünde bir sürü erkek olacağından önü kapanmış olur ne meclislere ne de yönetici kadrolara alınmazlar. Sene olmuş 2024 Cumhuriyet’imizin 100. yılını kutladık, biz hala kadınların yönetimlere, meclislere girememesi üzerine konuşuyoruz. Meclisteki kadın sayısı, kurumlardaki, şirketlerdeki yönetim kadrolarındaki kadın sayısına baktığımıza, Kota’nın bu coğrafya için mutlak olduğunu anlayacağız zaten.
Gelecek kuşakların başarılı olmaları için siz neler öneriyorsunuz?
Biz mühendislikte bir süreci ya da karar alınacak bir konuyu analiz ederken SWOT analizi yaparız. Yani işin, sürecin güçlü yönlerini, zayıf yönlerini, fırsatları ve tehditleri inceleriz. Bu bağlamda ben gençlere kendilerine SWOT analizi yapmalarını öneriyorum. Özellikle bu analizin “S” kısmını yani güçlü yönlerini bir kâğıda yazmalarını, “w” kısmını ki ben buna geliştirilmesi gereken yönler diyorum, bunu da bir kâğıda yazmalarını öneriyorum. Bu yazdıklarına göre, güçlü yönlerinin ağır bastığı meslekler seçmelerini, güçlü yönlerinin ağır bastığı işler yapmalarını öneriyorum. Maalesef eğitim sistemimizle olmuyor, o
yüzden bireysel olarak dil öğrenme işini ciddiye almalarını öneriyorum. En az bir dili çok iyi anlar ve konuşur olmayı becermeleri gerekiyor. Hepimizin bildiği gibi, günümüzde bilgi kirliliği çok yüksek oranda, bilgiye kolay ulaşılıyor ama doğru olup olmadığı tam bilinemiyor, o yüzden söylenilen ya da yazılan her şeye hemen inanmamalarını, mutlaka kendi akıl süzgeçlerinden geçirmelerini, gerekli gördüklerini mutlaka birkaç kaynaktan araştırarak teyit etmelerini öneriyorum. Hangi mesleği seçmiş olurlarsa olsunlar, üniversiteden çıktıklarında
bilgileri yeterli olamayacağından, en az iki yıl kendilerini iş seçmeksizin “uygulayıcı” olarak eğitmeleri gerektiğini öneriyorum. Ben kızımın ve oğlumun üniversite eğitimleri sebebiyle iki seneye yakın, hem
ABD’de hem de Almanya’da yaşadım. Çok farklı coğrafyalardan gelen insanlarla yaşama şansım oldu. Bu kadar çeşit insanla yaşam size, farklı coğrafyaların kültürel yakınlığını ya da uzaklığını öğretiyor,
dolayısıyla bu da insana çok yönlü düşünebilme yeteneği katıyor. Elimde olsa her üniversiteye gelmiş 21 yaşını doldurmuş genci ABD’ye veya Avrupa’ya gönderip, bir sene yaşamasını sağlardım, burs gibi. Görmek, deneyimlemek kişide çok etkileyici bir vizyon yaratıyor, ben bunu kendi çocuklarımda gördüm, oraları görüp ama geri gelecek gençlerin de Türkiye Cumhuriyeti’ne çok fazla fayda sağlayacaklarına
eminim. Kim bilir belki ileri de ben ya da başkası gençlere yapılacak bu yatırımı meclise taşır ve bunun gerçekleşmesi için uğraşır.

Yorumlar

0 yorumlar