Ankara Life Dergisi

Şule Erdem : “Sanatta farkındalık yaratmak önceliğim oldu”

Fotoğrafçılık konusunda her yeni gün kendini bir ileriye taşıyan yetenekli, alanında başarılı ve çok samimi bir isimle birlikteyiz. Şehrin en çok okunan dergisi Ankara Life olarak ünlü fotoğraf sanatçısı Şule Erdem’le fotoğraf sanatı üzerine konuştuk. Keyifli okumalar.

Röportaj: Beyza Atmaca    

Merhaba Şule Hanım, nasılsınız? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Şule Erdem kimdir?

Merhaba. Teşekkür ederim. Son 3 yıldır yaşadığımız zorlu sürece rağmen iyi olmaya, akıl ve ruh sağlığımı korumaya çalışıyorum, hepimiz gibi. Bu süreçte tutunduğum en önemli üç şey ailem, fotoğraf ve dostlarım oldu. Ben Grafik tasarımcı, Fotoğrafçı ve Resim öğretmeniyim.

Fotoğraf yolculuğunuz  nasıl başladı?

Yolculuğumu özetlemeye çalışayım;

13 yaşında bir ayakkabı kutusundan yaptığım fotoğraf makinası ile fotoğrafa olan ilgim  başladı.:) Lise 1’de  hediye gelen ilk fotoğraf makinem, sonra grafik tasarım bölümünü seçme sebebim, fotoğraf eğitimi alabileceğim bir kaynak olmasıydı. 1994’te bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi. 2006 yılı ise profesyonel olarak doğum fotoğrafçılığına başladığım tarihtir. Sektöre kattığım çok şey olduğuna inanıyorum. Yıllarca doğum, gelinin hazırlık anları, portreler, nüde, belgeseller çektim. Son 6 yıldır sadece portre-profil ve ürün çekiyor, kişiler ve kurumlar için sosyal medyaya içerikler üretiyorum. Fotoğraf aracılığı ile yurt içinde ve yurt dışında bir çok insan ile kalp birlikteliği yaptık. Dostluklar, anılar, mutluluklar biriktirdim. Bana kattığı her şey için her gün şükrediyorum seçtiğim yola. Birçok sergi açtım, fotoğraf sergilerimin çoğunu galerilerde değil, büyük avm’lerde açtım. Çünkü fotoğraflarımın birçok insana ulaşması, anlatmak istediğim şeyleri birçok insanın görmesi ve farkındalık yaratmak gibi bir önceliğim oldu hep.

Türkiye’de özellikle, sanata ilginin ne kadar olduğunu biliyoruz. Galeride izlenme sayısı amacıma hizmet etmeyecekti. Bu yüzden ben sergilerimi büyük kitlelere ulaştırmak için en kalabalık avm’lerin en işlek noktalarında açtım. Hatta 2017’de,  İstanbul’da Zorlu avm de,  Eataly isimli markette, bugüne kadar yaptığım en kıymetli serinin ilk ayağını sundum. İlgi şahane oldu. Görüntülenme sayısı verebiliyor olsaydık sanal platformlarda olduğu gibi, sosyal medyayı sallayabilirdik bu sergi ile Türkiye de fotoğrafları satılan bir fotoğraf sanatçısıyım ve bu benim verdiğim emeklerin somut bir sonucu olması nedeniyle kıymetli. Fotoğraf aracılığı ile dokunduğum kalpler ve bıraktığım anıların yanında daha önemsiz gibi olsa da benim için, değerli hem de çok değerli bunu başarmış olmak.

Teknoloji ve yenilikleri de takip eden bir sanatçı olarak, sanal gerçeklik ile doğum çekimlerim ile yine bir öncülük hikayesi yazdım 2020 Mart ayında, yaklaşık 1 yıl boyunca projemin üzerinde çalıştım ve yatırım yaptım. İstanbul ve New York’ta yaşayan ve VR teknolojisine çok hakim bir ekibe, projemin uygulamasını yaptırdım. Demosu mükemmel olunca, hayata geçirdim. Günümüzde metaverse olarak tanımlanan dünyaya ait bu çalışma, maalesef pandeminin patlaması ile devam edemedi.

2008 yılında doğum fotoğrafçılığına başlıyorsunuz ve Ankara’da doğum fotoğrafçılığının öncüsü olarak biliyoruz sizi. Bu alanda başlama fikri nasıl gelişti?

Oğlum Ege’nin doğumundan elimde kalan hiçbir görselin olmadığını fark ettiğimde buna çok üzülmüştüm. Bir kadın hayatının en önemli anlarından birini yaşıyor ama elinde o güne dair bir anı yok. Doğum eşittir mahremiyetti çünkü. Hamile kadınların değil fotoğrafının çekilmesi, mümkünse bol elbiseler ile hamileliklerini gizlemeleri öğretilmişti hepimize. Çünkü hamile kadın çirkin olurdu, gizlenmeliydi. Ne fotoğrafı bunu sanatsal bir göz ile nasıl yaparım diye düşünürken, İstanbul’da bir hemşirenin, Şengül Pallı’nın tezi için doğum fotoğrafları çektiğini duydum. Bana ilham olan ve Ankara’da buna başlamam vesile olan kişidir kendisi.

Her fotoğrafçının kendini iyi hissettiği ve sevdiği bir alan vardır, sizin sevdiğiniz alan hangisi?

Anatomi, Balerinler, Danscılar.

Özellikle kadını ön plana çıkardığınız sergiler var. Sanatınızda “Kadına dair her şey” konu başlığını seçmenizin nedeninden bahsedebilir misiniz?

Türkiye’de doğmuş, büyümüş ve yaşayan bir kadın olmam. Dünyada kadınların ayakta kalmak için bitmek tükenmek bilmeyen mücadele örnekleri. O kadar çok ilham olacak mevzu var ki! kayıtsız kalmak o kadar imkansız! Ben ezilmiş, çaresiz, yorgun, dayak mağduru kadınları malzeme yapmak yerine, güçlü, mücadeleci, ayakları üzerinde dimdik duran ve estetik değerlerinden ilham aldığım kadınları objektifimden yansıtıyorum. Mesela şiddet gören kadını değil, Ankara’nın Sincan’ında lastik tamir ederek çocuklarını büyüten kadının fotoğraflarını çekmek için heyecanlanıyorum. Çünkü anlatımının daha güçlü olduğunu düşünüyorum bu karenin. Bu bence diğer yoldan çok daha zor ama güç verici. 20 yıldır yapıyorum bunu, devamda edeceğim.

‘Saklı Kadınlar’ isimli serginizde modellerinizi body P’art olarak fotoğraflayarak bir ilke imza attınız. Sanatçı olarak serginizdeki sanat kaygınızı merak ediyorum.

İlk fotoğraf sergim olan “Saklı Kadınlar” 2007 yılında, galeri Siyah-Beyaz’da, rahmetli Faruk Sade’nin kuratörlüğünde açtım. Çalışmalarımı görüp, onların birer değer olduğunu düşünen ve beni elimden tutup Faruk Bey’e götüren, cesaret veren, dönemin ciddi bir gazetesinin yazı işleri müdürü olan Yaşar Sökmensüer’i, bana inandığı ve destek verdiği için her zaman saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Body P’art sevgili Yaşar’ın betimlemesiydi. Öyle de kaldı.

 Anatomi, kadın ve vücut detay çalışmaları hem resimde hem de fotoğrafta üniversiteden beri konu başlığım. Neden kadın bedeni? Birçok sebepten. Kadın bedeninin metalaştırılmasına bir tepki öncelikle. Hepimizin kendi bedenimizle olan kavgamızın ne kadar gereksiz olduğunun sağlaması. Her kadının aslında çok güzel olduğunun ispatı. 

Modellerim asla profesyoneller olmadı. Kimseye para vermedim yani. Aksine öyle bir noktaya geldim ki, onlar bana para verdiler, onların fotoğraflarını çekmem için.İnsanlar 2005’te yadırgıyorlardı, şimdi ise yaptığım şeyin alt metnini anladıkları için, çalışmalarımı saygı ile yüceltiyor ve değer veriyorlar, satın alıyorlar yani. Türkiye’de yaşayan bir kadın fotoğrafçı olarak, günümüz Türkiyesinde bu konu başlığı ile yaptığım çekimlerin zor olduğunu düşünen Alman ve Fransızlar, Türkiyeye gelerek belgesel bile yaptılar benimle  “Sanatınızı özgürce yapabiliyor musunuz?” diye sormak için.

Picasso’nun bir hikayesi vardır, Picasso bir cafede iken onu tanıyan garson gelip peçeteye resmini çizmesini rica eder. Picasso bir dakikada peçeteye garsonun portresini çizer ve uzatır. Garson der ki “Sadece bir dakikada çizdiğiniz resimler için milyonlar kazanıyorsunuz. Nasıl oluyor bu? Picasso cevap verir “70 yıl artı 1 dakika”

Yani benim de sanatsal tabanlı çalışmalarımı anlatmam yaklaşık 20 yılımı aldı.:)

Keyifli bir sohbet oldu Şule Hanım sizi yakından tanıdığımıza çok memnun olduk Peki kapanış sorumu sorayım. Fotoğraf sanatçısı olarak Türkiye’de fotoğraf sanatını ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim için de keyifliydi çok memnun oldum Öncelikle dijital teknolojinin gelişmesi ve sosyal medya ile müthiş hızlı bir dönüşüm var fotoğrafta. Şuanda görsel olan her şeyi o kadar hızlı tüketiyoruz ki, sanki bir anda çok sıkılacakmışız gibi geliyor bana. Artık baskı bile almıyor insanlar fotoğraflarına. Sanal arşivlerde biriktiriyoruz hayatlarımızı.

Fotoğraf sanatı bu noktada neye evrilir dünyada ve Türkiye’de kestirmesi çok güç. NFT diye bir pazar yeri var artık. Sanat kavramı güncelleniyor sanki. Bence yavaş yavaş fiziksel varlığı azalacak fotoğrafın, baskı olarak değil dijitalde bir değer ifade edecek. İki boyutlu olmayacak bundan sonra, fotoğrafın içinde gezebileceğiz. Çok değişik dijital işler ortaya çıkacak.

Yorumlar

0 yorumlar