Prof. Dr. Deniz Kumbasar ile Kalp Krizi Riskini Konuştuk!
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Sadettin Sami Kumbasar’ın torunu, İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Profesörü Dr. Abidin Kumbasar’ın oğlu olan Prof. Dr. Deniz Kumbasar, babasının izinden giderek İç Hastalıkları ve Kardiyoloji alanlarında uzmanlık kazandı. Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda makale ve çalışmaya imza atan Kumbasar, 40’tan fazla bilimsel yayını ve 100’den fazla yurt içi dergilerde yayımlanmış makalesiyle dikkat çekiyor. Prof. Dr. Deniz Kumbasar, günümüzün rekabetçi ve yoğun çalışma ortamlarının, stres hormonlarını (kortizol, noradrenalin) artırarak kalp krizi riskini tetikleyebileceğini belirtiyor. Kumbasar, Ankara Life dergisine verdiği röportajda, son dönemde artan kalp krizi vakalarıyla ilgili soruları yanıtladı. İyi okumalar dileriz.
📝Hatice Şeyma Basut
Özellikle genç erkeklerde, 40’lı yaşlarda kalp krizi geçirme oranının artmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Öncelikle, kalp ve damar hastalıkları için başlıca risk faktörlerini belirtmek isterim. Modifiye edilemez risk faktörleri şunlardır: Erkek cinsiyeti, yaş (erkeklerde 45, kadınlarda ise 55 yaş ve üzeri), ve aile öyküsü. Ailede 1. derece akrabalardan (anne, baba, kardeş) birinde, özellikle erkeklerde 55 yaş öncesi, kadınlarda ise 65 yaş öncesi kalp krizi, koroner bypass cerrahisi, koroner stent veya balon tedavisi öyküsünün bulunması, kişinin kalp hastalığı riski taşımasına yol açar. Modifiye edilebilir risk faktörleri ise sigara, hipertansiyon (yüksek tansiyon), kolesterol yüksekliği ve şeker hastalığıdır. Bu durumlar kalp hastalığı riski oluşturur, ancak bunlar yaşam tarzı değişiklikleri ve tedavi ile düzeltilebilir, kontrol altına alınabilir risklerdir. Günümüzde ve geçmişte genç yaşlarda kalp krizi görülebiliyordu, ancak günümüzde medyanın geniş kitlelere ulaşması ve özellikle popüler kişilerin yaşadığı kalp krizlerinin duyurulmasıyla, sanki bu krizler daha erken yaşlarda görülüyormuş gibi bir algı oluşturmaktadır. Gerçekte, kalp krizi oranlarında bazı bölgelerde artış olsa da, bu artış çok belirgin değildir. Eğitim ve bilinç düzeyi yüksek olan topluluklarda ise kalp krizi riski artmamış, hatta bazı durumlarda azalmıştır. Özellikle Covid-19 pandemisi ve sonrasında aşılar etrafında yaşanan tartışmalar, kaygı ve şüpheleri artırmış durumdadır. Dünyanın bazı bölgelerinde gerçekten de genç erkeklerde kalp krizi ve koroner arter hastalığı riski artmaktadır. Ülkemizde ise sağlam istatistiksel veriler olmamakla birlikte, aşağıda sıralayacağım bazı risk faktörlerinin genç erkekler arasında yaygınlaştığını gözlemlediğim için, ülkemizde de benzer şekilde bir risk artışı olabileceğini düşünmekteyim. Son zamanlarda genç popülasyonda, özellikle trans yağlar içeren zararlı yağlar, şekerli, tuzlu ve aşırı işlenmiş (ultraproses) gıdaların tüketimi artmıştır. Ayrıca, gençlerin bilgisayar başında uzun süre hareketsiz oturmaları da obeziteyi artırmakta ve bunun sonucunda yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, şeker hastalığı gibi sağlık sorunları ve nihayetinde koroner kalp hastalığı riski yükselmektedir. Sigara kullanımı, kalp damar hastalıkları için en önemli modifiye edilebilir risk faktörlerinden biridir. Ayrıca, günümüzde madde bağımlılığı, özellikle kokain, eroin, esrar (marijuana) ve türevleri, doğrudan damar spazmlarına ve kalp krizine yol açabilmektedir. Bu maddelere, ne yazık ki, geçmişe kıyasla çok daha kolay ulaşılabilmektedir. Bunun yanı sıra, enerji içecekleri de hayatı tehdit eden ritim bozuklukları, yüksek tansiyon ve kalp krizine neden olabilmektedir. Günümüzde hemen her alanda yoğun ve rekabetçi bir çalışma gerekliliği, stres hormonlarının (kortizol, noradrenalin) artmasına yol açarak kalp krizi riskini artırabilir.
Pandemi nedeniyle aşıların kalp krizinde artışa sebep olduğu dile getirilmekte. Sizce bu söylemler doğru olabilir mi, ne dersiniz?
En çok tartışılan konulardan biri, mRNA aşılarının uzun dönem etkileridir. Aşı olunan dönemde, Covid-19 nedeniyle pıhtı ve emboli ile kalp krizi riski artmıştı. Ancak, aşılar sayesinde Covid-19 daha hafif atlatılabildiği için bu risk azalmış oldu. Yine de mRNA aşıları, özellikle ikinci dozdan sonra genç erkeklerde miyokardit (kalp kası iltihabı) ve perikardit (kalp zarı iltihabı) gibi yan etkilere yol açabiliyor, fakat tedavi ile bu durumlar genellikle 2-3 ay içinde iyileşiyor. Bunun dışında, mRNA aşılarıyla ilgili olarak ileri yaşlarda bazı emboli vakaları bildirilmiş olsa da, bu durumun aşı ile doğrudan bağıntısı kesin olarak kanıtlanamamıştır. Kalp üzerindeki etkilerin uzun vadede, yani yıllar sonra pek görülmemesi bekleniyor. Ancak, mRNA aşılarının yeni bir teknoloji olması ve bazı etkilerinin zamanla ortaya çıkması nedeniyle, romatizmal hastalıkların artabileceği yönünde olgu bildirileri ve raporlar bulunmaktadır.
Korunmak için nasıl önlemler alınmalıdır?
Özellikle yaşam tarzı değişiklikleri yapılmalı, sigara ve madde kullanımı (kokain, eroin, esrar, enerji içecekleri) konusunda toplumsal farkındalık artırılmalıdır. Ayrıca, düzenli fiziksel aktivite, spor ve bilinçli, dengeli beslenme teşvik edilmelidir. Obezite doğrudan ana risk faktörü olmasa da, tansiyon, kolesterol ve şeker hastalığı risklerini artırarak kalp ve damar hastalıklarına zemin hazırlamaktadır. Bu nedenle, obezite üzerine özellikle dikkatle durulması gereken bir konu olarak ele alınmalıdır. Eğer aile geçmişi nedeniyle artmış bir risk varsa, özellikle modifiye edilebilir risk faktörleri üzerinde yoğunlaşarak bu riskler azaltılmalıdır. Bu süreç, mutlaka bir doktor gözetiminde yapılmalıdır. Günlük pratiğimde, 10 yıllık kalp krizi riski hesaplayarak, eğer risk yüksekse düşük doz aspirin ve gerekirse kolesterol tedavisi öneriyorum. Risk düşükse, yaşam tarzı değişiklikleri ve diyet öneriyorum. Şeker hastalığı ve/veya yüksek tansiyon durumlarında ise bu hastalıkların tedavisi de mutlaka yapılmalıdır. Sigara, her yaşta kaçınılması gereken ve son derece zararlı bir alışkanlıktır.
Kadınlar östrojen kaybı ile kalp krizi ile karşı karşıya kaldıkları menopoz döneminde, kaybettikleri östrojen için destekleyici ürünler almalı mı?
Konu, daha çok Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanlarının alanına giriyor olsa da, bir kardiyolog olarak bilgilerimi özetlemek isterim. Ancak, hormon tedavisinin başlanıp başlanmaması konusunda son kararı, Kadın Hastalıkları uzmanları hasta ile birlikte vermelidir. Menopoz sonrası hormon tedavisi, uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Geçmişte, eski nesil hormonlarla yapılan tedavilerde, özellikle tedavi menopozdan sonra geç başlanınca, pıhtı riski artışıyla ilgili bulgular ortaya çıkmış ve bu durum hormon tedavisinin yeniden sorgulanmasına neden olmuştur. Ancak günümüzde, yeni nesil biyoeşdeğer östrojen preparatları ve östrojen reseptör modülatörleri adı verilen ilaçlar, daha iyi sonuçlar elde edilmesine olanak sağlamıştır. Artık her gruba aynı hormon tedavisi verilmemektedir. Menopoz sonrası kadınlar, uterus (rahim) alınmış ve alınmamış olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Rahmi alınmış kadınlarda, yeni nesil biyoeşdeğer östrojenle yapılan hormon tedavisi, özellikle 60 yaş öncesi ve menopozun 10 yılından daha kısa süresinde olan kadınlarda kalp krizi riskinin azaldığını gösteren veriler bulunmaktadır. Östrojenin koruyucu etkisinin, büyük olasılıkla lipid (kolesterol) profilini iyileştirerek, damarlardaki inflamasyonu azaltarak ve damar genişlemesini sağlayarak gerçekleştiği düşünülmektedir. Rahmi alınmamış kadınlarda, östrojen-progestojen kombinasyonu önerilmektedir. Yeni nesil mikronize progesteron ve dydrogesteron, eski sentetik progestinlere kıyasla daha düşük kalp-damar hastalığı riski oluşturmaktadır. Son çalışmalarda, genç grupta 3-5 yıl süreyle kullanıldığında kalp ve damar hastalığı riskini artırmadığı, ancak azalttığına dair bir veri bulunmadığı gözlemlenmiştir.
Hormonun veriliş yolu da önemli olabilmektedir:
Cilde yapıştırma yoluyla (transdermal) verilen östrojenler, karaciğere uğramadan doğrudan kana karıştığı için, karaciğerde üretilen pıhtılaşma faktörlerinin artmasına neden olmaz. Bu nedenle, ağız yoluyla alınan östrojenlere kıyasla emboli ve kalp krizi riski daha düşüktür. Ağız yoluyla alınan östrojenler, yukarıda bahsedilen karaciğerden ilk geçiş etkisi nedeniyle, ciltten verilen östrojenlere kıyasla kalp ve damar hastalıkları açısından biraz daha yüksek risk oluşturur. Hormon tedavisinin başlama zamanı da büyük önem taşır. Menopoz sonrası ilk 10 yılda başlandığında, kalp ve damar sistemi üzerinde olumsuz etkiler görülme olasılığı düşer, hatta faydalı olabilir. Ancak, menopozun üzerinden 10 yıl geçmişse, hormon tedavisi başlanması önerilmez. Ayrıca, kalp hastalığı olan, ileri düzeyde obeziteye sahip veya ciddi tansiyon yüksekliği bulunan hastalarda kalp krizi riski artabilir. Bu nedenle, bu grup hastalarda hormon tedavisi kararı dikkatlice verilmelidir.
Tedavi süresi 3-5 yıl olması daha güvenlidir, daha uzun süreli tedavide yakın takip gerekir.
Sonuç olarak, yeni nesil hormon tedavileri daha güvenlidir. Özellikle ciltten uygulanan ve mikronize progesteron içeren tedaviler, kalp damar sistemi üzerinde olumlu etki yapmaktadır. Hormon tedavisinin başlanıp başlanmaması kararı, hastanın yaşı, menopozun ne zaman başladığı, kalp ve damar hastalıkları açısından riskleri ve kişinin tercihlerine göre, hasta ve Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı tarafından birlikte verilmelidir.