İNSAN HAKLARINA FELSEFİ BAKIŞ
İnsan var oldukça, insan hakları da var olacaktır. Felsefenin malzemesi de insan olduğu için, insan hakları da felsefenin konusu olmaya devam edecektir.
Şehrin en çok okunan yayını Ankara Life dergisinin bu ayki sayısında değerli felsefeci Nihat Cihan’ı konuk ettik. Cihan, insanın kendini bulma sürecinde felsefenin rolünü ve insan hakları kavramının derinliğini ele alarak, düşünce özgürlüğü ve etik konularındaki güncel sorunlara ışık tutuyor. Keyifli okumalar dileriz!
İnsan, insanlık tarihi boyunca kendini yani özünü bulmaya adamış ve bunu genelde doğaya bakarak yapmaya çalışmıştır. Düşünün bir ceylan yavrusu doğar ve kısa bir süre sonra koşmaya başlar. Diğer hayvanlar da öyle; hızlıca kalkar, yürür ve beslenebilir hale gelir. İnsan, fizyolojik yapısı nedeniyle ebeveynlerine muhtaç doğar, fakat insanın kendini geliştirme ve değişim yeteneği bu eksikliğini tamamlamasını sağlar. İnsanlık, tarihin başlangıcından bu yana bir değişim ve gelişim içindedir. Bu değişim ve gelişim içerisinde, insanın kendine yapılan haksızlıkları engelleme isteği ön plana çıkmıştır. İnsan hakları düşüncesi son zamanlarda ilgi çekici olsa da, bu konuda yapılanlar pek yeterli olmamaktadır. Devletler, bu konuda yapılacak araştırmalara fon ayırmak istememekte, çünkü yapılan araştırmalarda kendi ülkelerinde gerçekleşen haksızlıkların gün yüzüne çıkmasından korkmaktadırlar.
İnsan, doğa ile başlayan yolculuğunda kendi özünü inceleyerek devam etmiş, Orta Çağ’da çözümü Tanrı’da aramış, 18. yüzyıldan sonra ise bilime yönelmiş ve bilimle aydınlanmıştır. Fakat günümüzde problemler ne tanrısal çözümlerle, ne bilimle, ne hukukla, ne de doğal yollarla çözümlenemiyor. Bu kaos ortamı ancak felsefi bir bakış açısıyla çözümlenebilir. Felsefe, düşünme yöntemini öğretir. Öncelikle insan hakları kavramını incelerken, insan, hak ve kavram nedir, bunları netleştirmek gerekir. Konu ile ilgili olarak Prof. İoanna Kuçuradi’nin sözlerine kulak vermek gerekir: “Dünyada olan bitenlere bakılırsa pek suçsuz görünmüyor kavramlar; tehlikeli olmalarından biz sorumluyuz, yarattıkları sonuçlardan olduğumuz gibi. Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca. Korkarım insan hakları tehlikeli bir kavram olmuştur bile. Felsefe, onları yeniden ele almalı, içeriklerini didiklemelidir.” Demek ki kavram tam anlamıyla netlik kazanmış olmalıdır. Sınırları çizilmiş, sorunları, avantajları ve riskleri belirlenmiş olmalıdır.
Orta Çağ’da düşünce özgürlüğü olmayışı, Rönesans ile hümanist bir yapının ortaya çıkışı ve Aydınlanma Çağı ile hümanizmin yerine aklın geçmiş olması, toplumsal çatışmaların da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Tam anlamıyla açıklanamayan kavramlar, fayda yerine zarar, barış yerine savaş çıkmasına sebep olmaktadır. Bu kavramların açıklanabilmesi için İoanna Kuçuradi’nin de dediği gibi, felsefenin bu kavramları yeniden ele alması ve içeriklerinin didiklenmesi gerekmektedir. Kavram dediğimiz şey, aslında kısaca, düşüncemizde gelişenleri terimlerle yani dil ile ifade ederek tanımlamak, kafamızda gelişen kavramı çağrıştıracak terimleri bulmaktır. Bir dünya düşündünüz diyelim ama bu dünya düz. Bu düşünceniz kavram; bunu ifadeniz terimdir. Yeni bilgilerle kafanızdaki kavram yuvarlak bir dünyaya dönüşebilir. Yani kavram irdelenir ve gelişebilir. Burada değişmeyen tek şey “ne” sorusunun cevabıdır; yani dünya. Düz de olsa, yuvarlak da olsa “ne” sorusunun cevabı hala dünyadır. Burada kavram insan hakları ise, bilgi ile bu kavram değişebilir, gelişebilir; fakat “ne” sorusunun cevabı hiç değişmeyecektir. İnsan var oldukça, insan hakları da var olacaktır. Felsefenin malzemesi de insan olduğu için, insan hakları da felsefenin konusu olmaya devam edecektir.
Gelelim insanı tanımlamaya. Sürekli değişim içinde olan insan için, şu ya da bu gibi bir tanımlama yapmak zordur. Tarih içindeki gelişimine bakıldığında bu açıkça görülecektir. “İnsan nedir?” sorusunun cevabı, “İnsan değişken bir varlıktır” olmalıdır. İnsan, bilgi ve bilimin ışığında gelişmeye devam etmektedir. Bu gelişim ve değişim içerisinde oluşan toplumsal çatışmalara ve insan hakları ihlallerine karşı felsefe ne yapabilir? Böyle bir durumda felsefe; bize adalet ve insan haklarının ne olduğu hakkında bilgi verebilir. Bizi bu konuda etik düşünme ve empati yapabilme noktasında bilinçlendirebilir. Her insan belli değerlere göre hareket eder. Bu değerlere göre yaşayamadığında ise özgür olmadığını ifade eder. Aslında insan hakları problemlerinin birçoğu bu sebeple çıkmaktadır. Her insan kendi değerleriyle bakar ve kendine uygun olmayanı engellemek ister. Bu noktada insanın amaçlarını doğru yöne yönlendirmek gerekir. Ünlü filozof Platon’un da dediği gibi, “İnsanların başına gelen kötülüklerden sakınmasında, ancak gerçek filozofların iktidarı ele almaları sorunu çözecektir.”
Son olarak İoanna Kuçuradi’nin sözleriyle sözlerimizi bitirelim: “Bir devlet, önleyemediği veya kendi organlarının yaptığı insan hakları ihlalleri için, pek tabii ki eleştirilebilir; eleştirilmesi gerekiyor da. Ama bir devlete öğrenci muamelesi yapılmasına karşıyım. Türkiye’de insan hakları zikzaklı bir yol izliyor. Korkunç ihlallerin yaşandığı 80’li 90’lı yıllardan sonra yapılan yoğun çalışmalarla, hükümetlerde insan haklarından sorumlu devlet bakanının olması, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun bu konularla ilgili olarak 1998-2002 yıllarında hazırladığı 10 rapor, 1998-2005 yılları arasında kamu görevlilerine yapılan yoğun insan hakları eğitimi, önemli bazı uluslararası insan hakları belgelerinin imzalanması ve onaylanması gibi çabalar, bazı türden ihlallerin azalmasını, bazılarının da ortadan kalkmasını sağladı. Ama bu arada yeni ihlal türleri ortaya çıktı. Kesintiye uğramış olan insan haklarının eğitimini, özellikle de etik eğitimini, ülke düzeyinde, kesintisiz sürdürmek gerekiyor.” Felsefe, insanları doğru yöne yönlendirecektir. Sağlıcakla kalın, felsefeyle kalın.